9 Nisan 2013 Salı

Yalnızlar


Yalnızlar'dan (Tarık Buğra)

Mutluluğun bir ameleliği olduğunu kavrayamayan Hürrem ile Murat!

....Taksim-Harbiye arasını iki kere adımladı. Bir türlü karar veremiyor, daha doğrusu, her zaman olduğu gibi, karar vermeyi düşünmüyordu: Her zaman olduğu gibi şimdi de Murad Kervancı'yı düşünceler değil, istekler ve isteklerine karşı duran çekingenlikler, hayalden doğan ümitler ve bu ümitleri, doğuşlarıyla birlikte sarıveren endişeler tereddüde düşürüyordu.

....Bu yüzden arkadaşlarını, akrabalarını, anasını, babasını ve Hürrem'i kaybetmişti. Oysa, yani aslında, sadece bunlar için yaşamaktan hoşlanıyordu o: Bir şey olmak, bir şeyler kazanmak istemişse, onlara armağan edebilmek içindi bu. Anlayamadığı şey, kimsenin kendisinden Kaf Dağı yolculukları beklemediği ve istemediği idi. Aldanışı ve dramı, sevgilerini aşırı derecede yükseltmesinden ileri geliyordu. Sevgilerini, özellikle de Hürrem'i o kadar büyütmüştü ki, kaybetmesi önlenemezdi.

....Fransızların ünlü bir askeri vardı: Mareşal Lyautey. Mareşal emekliye ayrıldıktan sonra, Sömürgeler Sergisi'nin yüksek komiserliğine getirilmişti. Sergi kapandı, yani bu görevi de bitti. Eşine,dostuna; "Bakalım şimdi ne yapacağız?" diyor, onlar da; "Hükümet elbette size bir iş bulur" diye cevap veriyorlardı. Böylece epey zaman geçti ve Mareşal de, bu konuşmaların birisinde; "boyuna bulur bulur diyorsunuz. Azizim, bütün bunlar çok iyi şeyler; ama ben doksan bir yaşıma basıyorum. Eğer kendime yeni bir meslek yapmak istiyorsam işe derhal başlamalıyım" dedi. 
Doksan bir yaş ve yeni bir meslek, yani hayatla yeni bir bağ kurmak için bu iştiyak! Hayatın fatihi olmak, hiç değilse hayat döküntüsü olmamak için işte bu iştiyak, bu idrak gerekti.

...."Düştüğün yerden bir avuç toprakla kalkacaksın" derdi: Bir kavgada yenilişi, bir kavganın kaybını ikinciye başlangıç yapmak ve yenilişlerden, kayıplardan birşeyler kurtarabilmek! Önemli olan bu hırs, bu irade, bu enerji idi. Hayat bu idi.

....Hüseyin bey acı acı güldü:
-ne kolay konuşuyorsun. Olur mu artık? İnsanın içinde bir şey vardır; bir şey. Kopar mı, kırılır mı, zedelenir mi? bir şey olur işte... Ondan sonra dünyaları versen de o, o ışığı, o cıvıltıyı bulamazsın artık. Artık olur mu?

....Sesi şimdi çok uzaklardan geliyor gibiydi; sanki çok uzaklarda ve görünmeyenlere, görülemezlere söylüyordu. Söyleyen de, sanki, kendisi değildi:
-şimdi külrengi bir boşluk içerisinde geçilecek çok uzun bir yolumuz var. Dürüst ve çok cesur olmamız lazım. Hazır hiç bir şeyimiz yok. hiç bir şeyimiz kalmadı: Adem ile Havva gibi.  Sustu. için çekti. Sonra;
-bütün duyguları yeniden keşfetmemiz, yeni bir dünyanın... ve hayatın ameleliğini yapmak zorundayız. Adem ile Havva gibi.   Kendisini -hiç istemediği halde- tutamadı, gene içini çekti:
-renksiz sınırsız bir boşluk! Bir boşluk içindeyim dedin. Renksiz, sınırsız... ve.. elbette, korkunç bir boşluk. İkimiz için de. Ve bir hiç için. Bizi saran ve içimizi kaplayan bu boşlukta el ele.. dürüst ve cesur.. yeniden olmak için!    gene sustu. ama az sürdü bu sefer. Silkindi. Sesi de değişmiş, gücünü ve inancını bulmuştu;
- Ben, dedi, bu kaderden yılmıyorum. Sen de, gözün kesiyorsa, yapabileceksen bu ameleliği, gel.


Goriot Baba


Goriot Baba'dan (Balzac)

elbiseler kadını güzelleştirir, mutluluk ise şiirleştirir.

- fakat sen hayata girerken herkesin karşısında duran meseleyi ele alıyorsun ve gördüğünü kılıçla kesmek istiyorsun. Azizim, bu suretle hareket etmek için İskender olmak lazım; yoksa insan zindana gider. Benim için istikbal ancak ve ancak babamın yerini almaktan ibaret olacaktır, fakat taşrada geçireceğim mütevazi hayatı düşünerek kendimi bahtiyar hissediyorum. İnsanın arzuları geniş bir toplum içinde olduğu kadar en küçük muhit içinde de tatmin edilir. Napolyon iki kere akşam yemeği yemezdi. Ve Capucin Hastanesi'ndeki bir tıp öğrencisinin sahip olduğundan fazla metresi yoktu. Azizim, bizim saadetimiz daima ayaklarımızın tabanı ile kafamızın arasında kalacak, bu ister bir milyona ister yüz franka mal olsun, ruhumuzda bunların yankısı aynı olacaktır.

-Fakat kendisine saadeti borçlu bulunduğumuz kimse ile her şeyi paylaşmak tabii değil midir? İki insan birbirine her şeyi verdikten sonra bu her şeyin bir parçasına kim ehemmiyet verir? Para ancak his ortadan kalktığı zaman önemli bir madde halini alır. Bütün bir hayat için bağlanmış değil miydik? Ebedi bir aşk yemini ediyorsunuz, böyle iken ayrı menfaatler görülebilir mi?

....delikanlıların hemen hepsi, görünüşte tarifi imkansız olan fakat hikmeti kendi gençliklerinden ve kendilerini zevke saldırtan hırsın derecesinden ileri gelen bir kanuna tabidirler. Zengin yahut fakir olsunlar, hayatın aniden ortaya çıkan zaruretlerine karşılık olmak üzere hemen hiçbir zaman paraları bulunmaz. Halbuki keyifleri için daima para bulurlar. Meseleyi net bir şekilde tayin etmek için söyleyeyim ki, bir talebe, elbisesinden çok ziyade şapkasına itina gösterir. Bir tiyatronun balkonuna oturmuş delikanlı güzel kadınların dürbününde baş döndürücü yeleklerle arz etmekle beraber, çoraplarının bulunduğu şüphelidir.

....Rastignac oradan saat beşe doğru Madam de Beauseant'ı seyahat arabasında gördükten ve en yüksek insanların da kalp kanunlarının dışında olmadıklarını ve kedersiz yaşamadıklarını ispat eden yaşlı busesiyle öpüldükten sonra ayrıldı.

....Madam de Beauseant kaçıyor, bu ölüyor. İyi insanlar bu dünyada uzun zaman kalamıyorlar. Yüksek ve asil duyguların adi ve uçarı bir cemiyet içinde yaşamaları nasıl mümkün olabilir?

İhtiyar yattığı yerden doğrularak bu sözlere mukabele etti:
-İkisi de gelmeyecek! İşleri var, uyuyorlar, gelemeyecekler, biliyordum bunu. Evlat denen şeyin ne olduğunu anlamak için ölmek lazımdır. Ah dostum! Evlenmeyin, evlat sahibi olmayın! Siz onlara hayat verirsiniz, onlar size ölüm verirler. Siz onları hayata sokarsınız, onlar sizi hayattan kovarlar. Hayır gelmeyecekler! Bunu on yıldan beri biliyorum. Bunu kendi kendime bazen söylerdim. Fakat inanmaya cesaret edemezdim.
-Ah eğer zengin olsaydım, eğer servetimi muhafaza etseydim, bu serveti kendilerine vermiş bulunsaydım, şimdi burada olurlardı. Yanaklarımı öpmeye doyamazlardı! Bir konakta otururdum, güzel odalarım, uşaklarım, benim için yakılmış ateşim olurdu; kendileri, çocuklarıyla beraber burada bulunur ve ağlaşırlardı. Bin türlü saadetlere, bu ihtimamlara mazhar olurdum. Fakat şimdi hiçbir şeyim yok. Para her şeyi temin ediyor. Hatta kız evlatları temin ediyor. Ah param nereye gitti? Bırakacak hazinelerim olsa kızlarım yaralarımı sararlardı, bana bakarlardı, kendilerinin seslerini duyardım, yüzlerini görürdüm. Ah sevgili çocuğum, biricik evladım; şu baştan atılmış halimi, şu sefaletimi tercih ediyorum. Hiç değilse bir talihsiz adam sevildiği zaman sevildiğinden tamamıyla emin olur.

....cenaze arabası gelince Eugene tabutu kaldırdı, açtırdı ve Delphine ile Anastaisa'nın genç ve tertemiz oldukları ve kendisinin can çekişirken dediği gibi ukala olmadıkları zamana ait bulunan hatırayı adamcağızın göğsü üzerine büyük bir saygıyla koydu.

....Yalnız kalan Rastignac mezarlığın yukarı kısmına doğru birkaç adım yürüdü ve Sen'in iki sahili boyunca kıvrılmış yatan ve ilk ışıkları yanmaya başlayan Paris'i çamurlara bulanmış gibi gördü. Rastignac'ın gözleri Vandom Meydanı Kulesi ile Envalid'ler kubbesi arasındaki yere, içine girmeyi istemiş olduğu kibar alemin yaşadığı semte hırsla takıldılar. Vızıltıları yükselen bu arı kovanına balını şimdiden emmeye başladığını hissettiren bir bakış gönderdi ve şu muazzam iddialı sözleri söyledi:
-Şimdi karşı karşıyayız. Müsabakamız var!!