Sürü (Frank Schatzing'den)
Aşk okyanustan daha derin.
Dünya'daki yaşamın döngüsünde, son her zaman yeni bir başlangıçtır.
Her şey! ... ve deniz.
...Hishuk ish ts'awalk. "Eh, aslında tüm Kızılderili öğretilerinin temel bir parçasıdır. "her şey birdir" Eğer ırmağa birşey olursa bu insanları, hayvanları ve denizi etkiler... Eğer bir şey değişirse her şey değişir."
"Kaybedecek zaman yoktu. Metan hidrat fazlasıyla dengesizdi" diye devam etti Bohrmann. "Okyanus tabanını hayal edin. Orada olup biten pek çok şey var ama biz gaza odaklanalım. Örneğin biyolojik kökenli metan, hayvanlar ve bitkiler çürüdükten sonra milyonlarca yıl içinde oluşur. Algler, balıklar ve planktonlar çürüdükçe büyük miktarlarda karbon salınır. Bakteriler bunda kilit rol oynar. Unutulmaması gereken önemli noktalardan biri de okyanus tabanında sıcaklığın çok düşük, buna karşılık basıncın çok yüksek olduğudur. Suyun altına inilen her on metrede basınç bir bar artar. Nefes alma cihazlarıyla elli, belki yetmiş metreye kadar inebilirsiniz ama sınır hemen hemen bu kadardır. Rekor yüz kırk metre ama size denemenizi önermem, denemeye çalışan hemen herkes öldü."
...evet öyle. Deniz suyu donduğunda tuz ayrışır. Bu nedenle Antarktika gezegendeki en geniş tatlı su kaynağıdır. Buzdağları tatlı sudan oluşur.
...Yağ katmanını göstermek için kalın dış deriden parçalar kesti. "Balıklar, amfibiler, sürüngenler ektoterm, yani soğukkanlıdırlar; dolayısıyla vücut ısıları çevrelerine uyum sağlamaktadır. Örneğin uskumrular hem Kuzey Kutup Denizi'nde hem de Akdeniz'de bulunur. Kutupta vücut ısıları dört derecedir ama Akdeniz'de yirmi dört. Aynı kural balinalar için işlemez, onlar bizim gibi sıcakkanlıdır."
Fenwick devam etti. "Kalifornia'da veya Kuzey Kutbu'nda yüzüyor olabilirler, hiç fark etmez. Nerede olurlarsa olsunlar, balinaların 37 derecelik sabit ısısı vardır ve bu sıcaklığı koruyabilmek için balina yağı dediğimiz yağ tabakasını biriktirirler."
..."Ama balina yağı, balina için aynı zamanda ölümcül de olabilir. Karaya vurduklarında ölmelerinin sebeplerinden biri muhteşem yağ tabakalarının ağırlığıdır. Otuz üç metre boyunda ve yüz otuz ton ağırlığındaki bir mavi balina, dünya üzerine ayak basmış en büyük dinozordan dört kat daha ağırdır. Bir orka bile dokuz ton çekebilir. Bu büyüklükteki yaratıklar ancak suda hayatta kalabilirler. Karada, balinalar eğer çevreden ısı emen yağ tabakalarının yalıtım etkisiyle ölmedilerse, kendi ağırlıklarının altında ölümüne ezilirler. Karaya vuran balinaların çoğu aşırı ısınmadan ölür"
"Orka'ya olan bu muydu" diye sordu bir gazeteci.
"Hayır. Son birkaç yılda bağışıklık sistemlerinin çöktüğü balinalara giderek artan sayıda rastladık. Hepsi de bakteriyel enfeksiyonlardan öldüler. Çok genç sayılmaz ama çoğu sağlıklı orka otuz yaşına kadar yaşar. Yani erken öldü ve dıştan bir mücadele izi görünmüyor. Benim tahminimce bir enfeksiyon tarafından öldürüldü."
Olsen kükrer gibi güldü. "Tamamen faydasız. Ağlar denizanalarını durdurur ama dokunaçları kopup sürüklenmeye devam eder. Kimse onları gözle göremez. Denizanası dağılımı artan su sıcaklığı ve yüksek plankton seviyesine bağlıdır. Plankton, sıcak suda çoğalır ve denizanaları planktonları yer. Eh, sonra ne olacağını tahmin edebilirsin. Bu yüzden yazın sonunda büyük sürüler halinde belirir ve birkaç hafta içinde de kaybolurlar. Bu onların doğal döngüsü. Her neyse sanırım bu istilalar denizin aşırı gübrelenmesinden kaynaklanıyor. Kanalizasyonlar plankton seviyelerinin yükselmesini ateşliyor ve sonra olaylar gelişiyor. Bir gün batıdan veya kuzeybatıdan esen rüzgar ve de bir bakmışsın denizanaları kapına gelmiş"
..."Kastettiğim bu değildi. Neyin doğal olduğunu ve neyin olmadığını unuttuğumuzu söylüyorum. 2000 yılında Meksika körfezinde yerel balık rezervini tehdit eden bir denizanası istilasını incelemek içi çağrıldım. Lousiana, Mississipi ve Alabama'daki üreme alanlarını istila etmişler, balık yumurtaları ve larvalarının üstüne bir de balıkların yiyeceği planktonları yutuyorlardı. Hasarın sebebi, orada hiç olmaması gereken ve Pasifik'ten gelen bir Avustralya denizanasıydı. Kesinlikle denizanaları besin zincirini yok ediyor ve balık mahsulünü harap ediyorlardı. Tam anlamıyla bir felaketti. Bu olaydan birkaç yıl önce, safra suyunda taraklı denizanaları taşıyan bir kargo gemisi yüzünden Karadeniz'de ekolojik bir afetin eşiğine gelinmişti. Karadeniz ülkeleri bir yaygara kopardılar ama birileri bir şeyler yapana kadar bölge ağır zarar görmüştü bile. Denizdeki bir metrekare başına sekiz bin denizanası."
...Dünyanın en yoğun su yolu unvanı için çekişen üç yer vardı: Manş Denizi, Cebelitarık boğazı ve Avrupa, Güneydoğu Asya ve Japonya arasındaki ana rotanın bir bölümünü oluşturan Malakka Boğazı. Boğazdan her gün altı yüz tanker ve şilep geçiyordu; Malezya ile Sumatra arasındaki kanalda bazen iki bine yakın araç bulunuyordu. Hindistan ve Malezya, tankerleri daha güneydeki Lombok Boğazını kullanmaya teşvik ediyorlardı ama ricalarını dinleyen yoktu. Uzun yoldan gitmek kar oranlarını azaltacağı için uluslararası taşımacılığın yüzde on beşi Malakka Boğazı'nı kullanmaya devam ediyordu.
...Istakozla uğraşırken hız hayati derecede önemliydi. yakalandığı andan itibaren eti tadını kaybetmeye başlardı. Kaynatmak tadı sabitler ve onları öldürürdü. Daha sonra, servis edilmelerine az zaman kaldığında esaslı pişirileceklerdi.
...bir balinayı markalamak ile bir foku markalamak tamamen farklı iki işti. Ama balinaların ve yunusların kürkü yoktu. İnsanın bir orkanın veya yunusun derisinden daha yumuşak bir şeyi hayal etmesi bile zordu. Yeni soyulmuş ve taze kaynatılmış bir yumurta gibiydi ve suyun sürtünme kuvvetini azaltıp bakterileri uzak tutan ince bir jel tabakasıyla kaplıydı. En üst katman sürekli olarak yenilenirdi. Balina sudan sıçradığında derisini uzun şeritler halinde sıyırarak döker ve parazitlerle birlikte markalardan da kurtulurdu.
"On yıl önce bir balıkçı yelken açtı ve bir daha geri dönmedi. Son telsiz irtibatında kahve yapacağını söylemişti. Bir araştırma gemisi enkazı kıyıdan elli deniz mili açıkta, Kuzey Denizi tabanında alışılmadık bir biçimde derin bir çukurluğun içinde buldu. Denizciler bölgeye Cadı Kazanı dediler. Enkazda hasar izi yoktu ve deniz tabanına düz olarak oturmuştu. Sanki aniden yüzmeyi bırakıp, bir taş gibi dibe çökmüştü"
"Kulağa Bermuda Şeytan Üçgeni gibi geliyor"
"Tam üzerine bastın. En azından ince eleyip sık dokuyunca geriye kalan tek teori bu. Bermuda, Florida ve Kosta Rika arasındaki bölgede düzenli olarak büyük gaz patlamaları olur. Eğer atmosfere yeteri kadar gaz yükselirse, bir uçağın türbinlerini ateşe verebilir. Biraz önce yaşadığımız birkaç katı büyüklükteki bir metan patlaması suyun yoğunluğunu o kadar düşürür ki bir gemiyi dibe batırılabilir."
..."Ama anlaşmaların açıkları var. Eninde sonunda Amerikalılar dünya okyanuslarının yüzde seksenini gözetim altında tutma fırsatını tepmeyeceklerdi ve Surtass sistemi de bunu mümkün kılıyor. Her neyse, Amerikalıların projesi üç yüz milyon dolara mal oldu ve sistemin başındakiler balinalara hiçbir zarar gelmediğini ısrarla söylüyorlar"
"Ama sonarlar balinalar için zararlıdır. Bunu en aptal bile bilir."
"Maalesef kesin olarak kanıtlanmış değil" dedi Palm, "geçmiş deneyler balinaların ve yunusların sonara karşı aşırı derecede hassas olduğunu gösterdi ama kimse yeme, üreme ve göç alışkanlıkları üzerine nasıl bir etkisi olduğunu söyleyemiyor."
Anawak,"180 desibelde bir balinanın kulak zarı patlayabilir. Yeni sistemdeki her sualtı vericisi 215 desibel üretiyor. Hepsinin birleşik sinyal gücü ise çok daha yüksek."
Palm, "Birkaç yıl önce, donanma sonarla deney yapmaya başladığında, dünyanın dört bir yanında karaya vuranların sayısı birden artmıştı. Büyük sayılarda balina ve yunus öldü. Tümü de iç kulak ve beyinde ağır kanama belirtileri gösteriyordu, gürültü hasarı ile uyumlu yaralar. Her vakada çevreciler, cesetlerin sahile vurduğu yerlerin yakınlarında NATO'nun askeri tatbikatlarının sürdüğünü kanıtladılar. Ama gel de bunu donanmaya anlat."
...Yapacak en iyi şey ne, diye sordu kendi kendine, eğer daireler çizmeye başladıysan? Döngüyü kır. Tekrar yola girmek için ne gerekiyorsa yap. Başkalarına bakmanın faydası yok. Kendine bak. Sıra dışı bir şey yap.
...Anawak başını salladı. 1993'te San Ignacio Lagünü, UNESCO Dünya Mirası Alanı ilan edilmişti. Pasifik'teki gri balinaların kalan son insan eli değmemiş üreme ve yavrularını büyütme alanıydı ve birçok tükenme tehlikesi altındaki bitki ve hayvan türlerinin de barınağıydı. Ama buna rağmen Mitsubishi Şirketler Topluluğu, burada lagünden saniyede 20000 litre tuzlu su çekerek 116 milkarelik tuz göletleri oluşturacak bir tuz arıtma fabrikası kurmayı planlıyordu. Su, atık olarak tekrar lagüne dökülecekti. Sayısız bilim insanı, çevreci ve Nobel ödülü sahiplerinden oluşan bir grup, felaket sonuçlar doğuracak teklifi protesto ettiler.
...O, hepsinin en kötüsüydü. En mantıklı zihne bile korku salardı. Karanın üzerini silip süpürmek için denizden yükselir, ölüm ve yıkım getirirdi. İsmini açık denizde dehşetinden kurtulup, köylerine döndüklerinde mahvolmuş evlerini, ölen ailelerini bulan Japon balıkçılarına borçluydu. Ona verdikleri ismin anlamı "Limandaki dalga" idi. Liman için Tsu, dalga için nami.
...Alban geçen yıllar içinde bir tsunamiyi sıradan bir yüzey dalgasından ayıran özellikleri öğrenmişti. Okyanus dalgaları genelde havadaki bir hareketten kaynaklanırdı: Güneş ışınları atmosferi ısıtır ama sıcaklık gezegenin üzerine eşit olarak yayılmaz ve böylece ısı dağıtımını dengeleyen rüzgarlar oluşur, okyanusun üzerinde kayarak suyu karıştırır ve dalgaları oluştururdu. Su, bir kasırgada bile en fazla 15 metre yükselirdi. Sıradan yüzey dalgaları en çok saatte dokuz mil hıza ulaşır ve rüzgarın etkisi yüzeyde kalırdı. Sadece iki yüz metre aşağıda bile su sakin olurdu. Ama tsunamiler yüzeyde oluşmaz, derinlerden gelirdi. Yüksek rüzgarların değil sismik şokun etkisiyle oluşurlardı ve sismik şok dalgaları tamamen farklı hızda ilerlerdi. En kötüsü de, tsunaminin enerjisinin deniz yatağına tüm su kütlesi yüksekliğince iletmesiydi. Okyanus ne kadar derin olursa olsun, dalga her zaman deniz tabanı ile bağlantıda olurdu. Su kütlesinin tamamı hareket ederdi. Bir tsunamiyi göz önünde canlandırmak için bir su dolu kovaya alttan vurup, bu görüntüyü sadece birkaç milyon kez daha büyük hayal etmek gerekiyordu. Yer kayması ile tetiklenen tsunami, saatte yedi yüz kilometrelik bir hızla dışa doğru yayılmıştı. Milyonlarca tonluk su taşıyordu ve enerji yüklüydü. ....on beş metrelik bir su tümseğini taşıyarak, saatte dört yüz kilometre hızla ilerleyen ve deniz tabanından yüzeye uzanan bir sismik dalga, son hızda giden bir jumbo jetin momentumuna sahipti.
..."Uyarı işaretleri çoktan geldi" dedi Bohrman. "Olası duruma karşın kıyı bölgelerinde yaşayan herkes ne beklemesi gerektiği bilmeli. Tsunamiler vurmadan önce varlıklarını bildirirler, deniz seviyesi yükselip alçalır. Hızla olur ve birkaç kez tekrarlanır. On ila yirmi dakika arasında bir süre sonunda su kıyıdan çekilir. Resifler ve kayalıklar gözle görünür hale gelir. Deniz yatağının genelde suyla kaplı yerlerini görmeye başlarsınız. İşte bu son uyarıdır. Ardından daha yüksek bir yerlere kaçmanız gerekir."
"Kuzey Denizi'ndeki platformlar kırk beş metre yükseklikteki dalgalara dayanabilir şekilde inşa edilmişti ve bu da istatistiksel olarak yüz yılda bir olurdu." .... bir tsunaminin şiddetinin yanında, en vahşi yüzey dalgası bile uysal bir kuzu gibi kalırdı.
...Hawai ahalisi nesillerdir bu canavarla yaşıyorlardı ve yaratığın çekilmesi sırasında neler olacağını biliyorlardı. Geri çekilen su, her şeyi denize doğru süpüren vahşi bir çekim oluşturuyor, ayakta kalmış her şeyi sürüklüyordu. Afetin ilk hareketi sırasında hayatta kalanlar ikincisinde ölürdü ama onların ölümü acı dolu olurdu. Sonları, köpüren suya karşı umutsuz bir savaşla, akıntıya karşı yüzmek için mücadeleyle başlardı. Güçleri tükenir ve kasları zayıflardı. Derinlerin canavarı beslenmek için karaya çıkar ve okyanusa dönerken de avını yanında sürüklerdi.
... bir çeyrek saat sonra ikinci dalga ilki kadar güçle çarptı ve yıkımı tamamladı. Kıyıyı yirmi dakika sonra vuran üçüncüsü diğerlerinin anca yarısı boyundaydı. Ardından bir dördüncüsü geldi. Almanya, Belçika ve Hollanda'da sahip oldukları fazladan uyarı zamanına rağmen tahliye önlemleri pek işe yaramadı. Neredeyse herkesin bir arabası vardı ancak hepsi de arabayı kullanmak gibi parlak fikre de sahipti. Hızla yayılan haberlerden on dakika sonra trafik kilitlenmişti. Sonra dalga geldi ve trafik açıldı.
Uluslararası Çevre Kuruluşlarının Yıllık Raporlarından
...1994'teki yasaklamaya rağmen Dünya okyanuslarına radyoaktif akıt boşaltımı devam etmektedir. ...şu anda milyonlarca tonun üzerinde kimyasal silah okyanusun deniz yatağında, 500 ila 4500 metre arasındaki derinliklerde çürüyor. Özellikle 1947'de batırılan ve o zamandan beri çürüyen metal konteynerlerdeki Rus sinir gazına yönelik endişeler yükseldi. 100.000 varillik tıbbi, teknolojik veya endüstriyel kaynaklı radyoaktif atığın İspanya kıyılarının açıklarındaki deniz tabanında yattığı bilinmektedir. Birleşik Krallık Hidrografi Bürosu deniz yatağında 57.435 enkaz listelemektedir ve bunların içinde sayısız Amerikan ve Rus nükleer denizaltısı bulunmaktadır.
...Petrol kuyularının çevrelerindeki yirmi kilometre kareden fazla alanı kirlettiği ortaya çıkarılmıştır ve bu alanın üçte birindeki yaşam yok olmuştur.
...Derin deniz kablolarının yol açtığı manyetik alanlar somonların ve yılan balıklarının yol bulma içgüdülerini etkilemektedir. Elektromanyetik kirlilik ayrıca larvalar için de zararlıdır.
...Alg patlamaları ve balıkların kitlesel ölümleri dünyada artan sayılarda görülmektedir. Aynı sırada, İsrail endüstriyel atıkların deniz sularına dökülmesini yasaklayan sözleşmeyi imzalamayı ısrarla reddetmektedir. Haifa Chemicals sadece 1999'a kadar yılda 60.000 tonluk zehirli atık boşalttı. İçinde kurşun, civa, kadmiyum, arsenik ve krom bulunan zehirli atıklar, Lübnan ve Suriye kıyılarını kirletmektedir. Aynı zamanda Gabes Körfezi'ndeki gübre endüstrisi her gün denize 12.800 ton fosfojips boşaltmaya devam etmektedir.
...Sualtı kablosu kaslı bir kol kadar kalındı. Sahanlık boyunca uzanıyordu ve çapalar ile balıkçı teknelerinden korunması için deniz tabanına gömülmüştü. Resmi adıyla TAT 14, Avrupa'yı Amerika'ya bağlayan transatlantik bir kabloydu. Bunun gibi kablolardan sadece Atlantik'te düzinelerce vardı. Gezegen boyunca yüzbinlerce kilometrelik fiberoptik kablo uzanıyor ve bilgi çağının omurgasını oluşturuyordu. Kapasitelerinin üçte biri internet için ayrılmıştı. Küresel köy uydulardan değil kablolardan müteşekkildi.
... "ben 10 yaşındayken öldüler. Avustralya kıyılarındaki bir dalış kazasında. Bir anafora yakalanmışlar. Deneyimli dalgıçlardı ama... eh denizde ne olacağını hiç bilemezsin."
... "Mesele bu değil. Onlar bu dünyanın bir parçası, tıpkı ellerinin ve ayaklarının vücudunun bir parçası olduğu gibi. Kimse efendilik savaşını kazanamaz. Savaşlar sadece ölümle son bulur. Onlarla savaşmak yerine onları anlamayı öğrenin."
..."Tabi ki hayır. Zaten genetik olarak mümkün değil. Bizim töre ya da kültür diye tanımladığımız şeyler genlerimizde yazılıdır. Kültürel evrim tarih öncesi zamanlarda başlamıştır, zihnimizin şeması o dönemlerde çizilmiştir. Evet, bugünlerde uçaklar, helikopterler ve opera salonları tasarlıyoruz ama sadece ilkel aktivitelerimizi medeni düzeyde sürdürebilmek için. İlk taş baltayı bir et parçasına vurduğumuzdan beri aynı şeyi yapıyoruz; savaş, sosyal toplantılar, ticaret. Kültür bizim evrimimizin bir parçası. Bizi istikrarlı bir yapıda tutmayı sağlıyor."
...Balinaların hayatta kalabilmek için su içmeleri gerekiyordu. Yaşam alanları göz önüne alındığında inanılmaz görünebilirdi ama bir balinanın okyanusta susuzluktan ölme riski, açık denizde bir sal üzerinde tek başına kalan insanla aynıydı. Denizanaları ise neredeyse tamamen sudan oluşurlar, tatlı sudan. Yaşam için önemli birçok sıvıyı ihtiva eden mürekkep balıkları da bir başka su kaynağıydı, yani içilebilir su arayışı ispermeçet balinalarını derinlere çekiyordu. Dimdik aşağı dalarak bazen bin, iki bin hatta üç bin metre derinlere iniyor, bir saatten fazla orada kalıyor ve sonra yüzeye on dakikalığına nefes almak için çıkıp sonra yeniden dalıyordu.
...Karen daha çocuktu. Eline bir kitap almış, bir örümceği ezerek öldürmek üzereydi. Örümcek de küçücüktü ama dünyaya bir örümcek olarak gelmek gibi affedilemez bir günah işlemişti.
- Onu neden öldüreceksin?
-Örümcek çirkin.
-Çirkinlik bakanın gözündedir. Neden örümceği çirkin buluyorsun?
-Aptalca bir soru. Ne demek, örümcek neden çirkin? Çünkü öyle işte. Bir köpek yavrusu gibi sevimli bakışları yok, güzel değil, onu sevemezsin, hatta onu okşayamazsın. Yabancı ve hain bir görünümü var - sanki yok edilmesi gerekirmiş gibi.
Kitap hışırdayarak aşağı inip, örümceği yere yapıştırdı.
Buna pişman olması için çok zaman geçmesi gerekmemişti. Arı Maya'nın Maceraları'nı izlemek için tv karşısına oturdu. Bal arılarının iyi olduğunu öğrenmişti. Bu sefer bir örümcek de vardı, sekiz bacaklı, sabit bakışlı, ezilmesi gereken bir örümcek. Sonra örümceğin dudaksız ağzı açıldı ve tiz, çocuksu bir ses çıktı. Küçük kızın örümceklerden duymayı beklediği türden dehşet verici tehditler savurmuyordu. Ah, hayır. Bu örümcekler alabildiğine sevimliydi, minik ve şeker gibi bir şeydi.
Birden nasıl olup da bir örümceği öldürebildiğini merak etmişti. İşte o zaman saygı duymayı öğrenmişti...