11 Temmuz 2015 Cumartesi

Sineklerin Tanrısı



Sineklerin Tanrısı (William Golding'den)

"Sineklerin Tanrısı'nda gördüğümüz ıssız ada da yeryüzünün cennetlerinden biridir. Çocuklar da bu adanın, okudukları Mercan Adası'na çok benzediğini söylerler. Ne var ki, başlangıçta bunu hiç sezinlemediğimiz halde, atom çağının çocukları, bu güzelim adayı her açıdan bir cehenneme çevireceklerdir" Mina Urgan

..."Aptal bir küçük oğlansın sen." dedi Sineklerin Tanrısı. "Cahil ve aptal bir küçük oğlandan başka bir şey değilsin."
Simon, ağzında şişen dilini oynattı; ama bir şey söyleyemedi.
"Öyle değil mi?" diye sordu Sineklerin Tanrısı. "Aptal bir küçük oğlandan başka bir şey değilsin."
Simon, aynı sessizlikle karşıladı bu soruyu.
"Peki öyleyse" dedi Sineklerin Tanrısı. "Koşup ötekilerle oynasan daha iyi olur. Onlar, kafadan çatlak sanıyorlar seni. Ralph'ın seni kafadan çatlak sanmasını istemezsin, değil mi? Sen Ralph'ı çok seversin, değil mi? Domuzcuğu da, Jack'i de?"
Simon başını hafif kaldırmıştı. Gözlerini ayıramıyordu Sineklerin Tanrısı'ndan ve Sineklerin Tanrısı gözlerinin önünde boşlukta asılıydı.
"Ne yapıyorsun burada, tek başına? Korkmuyor musun benden?"
Simon titredi.
"Sana yardım edecek kimse yok. Ben varım ancak. Bense, canavarım."
Simon, ağzını zorla kımıldattı; ancak duyulabilecek bir söz söyledi:
"Bir değneğe takılmış domuz başı."
Baş, "Canavarın avlanıp öldürülebilecek bir şey olduğunu sanmak da nereden aklınıza geldi!" dedi.
Ormanda ve Simon'un belli belirsiz görebildiği başka yerlerde, bir kahkahanın gülünç taklidi çınladı bir iki saniye.
"Sen biliyordun, değil mi? Sizlerin bir parçası olduğumu biliyordun? Sizlere öyle yakın, öyle yakın, öyle yakınım ki! Her şeyin bozuk gitmesinin nedeniyim ben. Bunu biliyorsun, değil mi?"
Kahkaha yeniden ürperircesine çınladı.
"haydi" dedi Sineklerin Tanrısı; "Ötekilerin yanına git de unutalım bu olup bitenleri."
Simon'un başı boşlukta sallanmaktaydı. Değneğe takılı rezil şeye özenircesine gözleri yarı kapalıydı. Bir nöbet geçireceğini biliyordu. Sineklerin Tanrısı bir balon gibi şişiyordu.
"Gülünç bir şey bu. Oraya gitsen de gene ancak benimle karşılaşacağını pekala biliyorsun. Onun için kaçmaya kalkma!"
Simon'un bedeni bir yay gibi gerilmiş, kaskatı kesilmişti. Sineklerin Tanrısı, bir öğretmen sesiyle konuştu:
"Yeterince ileri gitti bu iş. Benim zavallı yolunu şaşırmış çocuğum, benden daha mı iyi bileceksin yoksa?"
Bir duraklama oldu.
"Haberin olsun öfkeleneceğim. Anladın mı? Seni istemiyorlar. Anladın mı? Biz eğleneceğiz bu adada. anladın mı? Biz eğleneceğiz bu adada! Onun için, bir haltlar çevirmeye kalkma, benim zavallı yolunu şaşırmış çocuğum, yoksa..."
Simon, koskocaman bir ağzın içine bakar buldu kendini. Bu ağzın içinde bir karanlık vardı, yayılan bir karanlık.
"...Yoksa" dedi Sineklerin Tanrısı, "Seni yok ederiz. anladın mı? Jack, Roger, Maurice, Robert, Bill, Domuzcuk ve Ralph. Yok ederiz. Anladın mı?"
Simon ağzın içindeydi. Düştü, bayıldı.

...Ralph sessizce subaya baktı. Eskiden bu kumsalları saran o garip güzellik, hayalinde canlanıveriyor gibi oldu bir an. Ama şimdi kuru bir odun parçası gibi kavrulmuştu bu ada. Simon ölmüştü... Jack ise... Ralph'in gözlerinden yaşlar boşandı; hıçkıra hıçkıra, titreye titreye ağladı. Buraya geleli ilk kez kendini koyuveriyor, ağlıyordu. Duyduğu keder, tüm gövdesini ürpertti, sarstı, parçaladı sanki. Ralph'in sesi, adanın tutuşmuş yıkıntısı karşısında, kara dumanın altında yükseldi. Ralph'ın acısı, öteki çocuklara da geçti; onlar da titremeye, ağlamaya başladılar. Ve çocukların arasında Ralph, kirli bedeni, karmakarışık saçları, silinmemiş burnuyla, çocukluk döneminin bitmesine, insan yüreğinin karanlığına ve Domuzcuk denilen o gerçek, o akıllı arkadaşın havalarda uçup ölmesine ağladı.
Bu gürültünün arasında kalan subay duygulanmış, ne yapacağını da biraz şaşırmıştı. Çocuklar, toparlanmaya vakit bulsun diye, sırtını çevirdi, uzaktaki biçimli kruvazöre bakarak bekledi.

...Ralph'ın günün birinde bu adadan kurtulacağı, evine geri döneceği içine doğduğu gibi, canavarın da dış dünyada değil, çocukların kendi içlerinde olabileceğini anlar. Simon, "Bizden başka canavar yok belki" derken, Golding'in de belirttiği gibi, "insanlığın başlıca hastalığını" dile getirmek ister.

Belirli koşullar altında yetişkinler böyle davranabilir, ama altı ile on iki yaş arasında küçük çocuklar, uygar dünyanın baskısından uzaklaşınca, nasıl böyle vahşileşebilir, kan dökecek kadar acımasız olabilir diye düşünen birçok kişi, küçüklerde bile bu kadar korkunç bir şekilde belirdiğine göre, Sineklerin Tanrısı'nda kötülüğün insan yaratılışında doğuştan var olduğu görüşünün savunulduğu kanısına varıp dehşete kapılmıştır. Çünkü çocukların tertemiz birer melek oldukları konusunda, yanlış olduğu kadar da yaygın bir inanç vardır.

Oysa Sineklerin Tanrısı'nda çocuklarda, kötülüğe yönelik duygular kökünden kazılmamış, bazı yasaklarla sınırlandırılmıştır ancak. Örneğin çocukların en acımasızı Roger, deniz kıyısında tek başına oynayan bir küçüğü taşlamak istediği halde, adaya gelmeden önce bellediği bazı yasaklardan ötürü, bunu yapamaz ilkin. Çocuğun çevresine taşlar atmakla yetinir. Ama daha sonraları, yazarın deyimiyle "yıkılıp giden" bir uygarlığın koyduğu yasaklara aldırmadan, koskocaman bir kayayı Domuzcuk'un üstüne devirir. Roger ve öteki çocuklar yıkılıp giden bir uygarlıkta değil de, barış ve sevgiye dayanan gerçekten uygar bir ortamda yetişselerdi, başka türlü davranırlardı elbette. Ne çare ki, atom ve nötron bombası çocuklarıdır bunlar.

Sineklerin Tanrısı, İkinci Dünya Savaşı'ndan kısa bir süre sonra, bu savaşta yıllarca çarpışan insanların birbirlerine nasıl kıydıklarını kendi gözleriyle görüp, birçok umutlarını yitiren biri tarafından yazılmıştır. Golding, insanların tümüyle kötü olduklarına değil, dış dünyada da, insanların iç dünyasında da iyilikle kötülüğün, aydınlık güçlerle karanlık güçlerin çarpıştığına inanır aslında.