"Hiçbir şey hayal edebileceklerimizden kötü olamaz"
..."Bu herif saçmalıyor!" diye bağırıyorum. Odada öfkeden dört dönüyorum. İnsan asla subayları başkalarının, babaları da çocuklarının önünde kötülememeli, ama bu adama karşı kalbimde bir bağlılık duymuyorum.
...Adamlardan birini yiyecek getirmesi için mutfağa gönderiyorum. Dünden kalma bir somun ekmek getirip en yaşlı tutsağa veriyor. Yaşlı adam ekmeği iki eliyle, saygıyla alıp kokluyor, bölüyor ve parçaları ötekilere dağıtıyor. Ağızlarını bu kudret helvasıyla doldurup gözlerini kaldırmadan hızlı hızlı çiğniyorlar. Bir kadın avucuna çiğnenmiş ekmeği tükürüp bebeğini besliyor. Daha fazla ekmek getirmelerini işaret ediyorum. Tuhaf hayvanlara bakar gibi durup yemek yemelerini izliyoruz.
...Onları en son beş gün önce gördüm. (Keşke onları gerçekten gördüm diyebilseydim, keşke onlara dalgın dalgın, isteksizce şöyle bir göz atmaktan fazlasını yapabilseydim.) Bu beş gün içinde neler yaşadıklarını bilmiyorum. Şimdi balıkçılar ve göçebeler, muhafızları tarafından güdülerek avlunun köşesinde küçük, umutsuz bir küme halinde topluca duruyorlar; hastalar, açlar, yaralılar, korku içindeler. Dünya tarihinin bu belirsiz bölümünün birden sona erdirilmesi, bu çirkin insanların yeryüzünden silinmesi ve yeni bir başlangıç yapmak, artık adaletsizliğin, acının olmayacağı bir imparatorluk kurmak için yemin etmemiz en iyisi olurdu.
..."Bir şeyi yapmak istiyorsan yaparsın" diyor çok sert bir sesle. Açık konuşmaya çalışıyor; ama belki de, "Eğer yapmak isteseydin yapardın" demeye getiriyor. Paylaştığımız eğreti dilde nüanslar yok. Gerçeklerden, pragmatik belirliliklerden hoşlandığını fark ediyorum.
...Egzersiz vakitlerini özlemle bekliyorum, yüzümde rüzgarı, ayaklarımın altında toprağı hissetmeyi, başka çehreler görmeyi ve insan seslerini işitmeyi. Yalnız geçen iki günden sonra dudaklarım gevşek ve işe yaramaz gibi geliyor, kendi sesimi tuhaf buluyorum. İnsan gerçekten de tek başına yaşamak için yaratılmamış! Günümü beslendiğim saatlerde odaklıyorum mantıksızca. Yemeğimi bir köpek gibi yalayıp yutuyorum. Hayvansı bir yaşam beni bir hayvana dönüştürüyor.
...Bütün bunların rahatlatıcı bir yüceliği yok. Gece vakti inleyerek uyandığımda bunun sebebi düşlerimde o en adi aşağılanmaları tekrar yaşıyor olmam. Anlaşılan bana izin verilen tek ölüm şekli bir köşede köpek gibi ölmek.
...Kollarımı kaskatı tutabilirsem, yeterince akrobatik olup bir ayağımı kaldırarak halata dolayabilirsem havada ters asılı durup boğulmaktan kurtulabilirim: Beni yukarı çekmeye başlamalarından önceki son düşüncem bu. Ama bir bebek gibi güçsüzüm, kollarım sırtımın üstünde yükseliyor ve ayaklarım yerden kesilirken omuzlarımda korkunç bir yırtılma hissediyorum, sanki kaslarım yırtılıyor. Boğazımdan ilk acılı kuru böğürtü çıkıyor, dökülen çakılların sesini andırıyor. İki küçük oğlan ağaçtan atlayıp el ele, arkalarına bakmadan koşarak uzaklaşıyor. Tekrar tekrar böğürüyorum, bunu durdurmak için yapabileceğim hiçbir şey yok, ses belki de onarılamayacak kadar hasar görmüş olduğunu bilen ve dehşetle kükreyen bir bedenden çıkıyor. Kasabadaki bütün çocuklar sesimi duyacak olsa bile kendimi durduramam: Dua edelim ki büyüklerinin oyunlarını taklit etmesinler, yoksa yarın ağaçlardan bir sürü minik bedenler sarkacak. Biri beni itiyor ve yerden 30 santim yukarıda öne arkaya iri, yaşlı bir güve gibi sallanmaya başlıyor, kükrüyor, haykırıyorum. "Barbar arkadaşlarını çağırıyor" diyor biri. "Bu duyduğunuz barbar dili." Gülüşüyorlar.
...Düşlediğim sahne bu değil. Bu günlerde sık sık olduğu gibi, bu sahneden de kendimi bir aptal gibi, yolunu çok önceden kaybetmiş, ama çıkmaz bir yolda ilerlemekte ısrar eden bir adam gibi hissederek ayrılıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder