19 Mayıs 2014 Pazartesi

Yüzyıllık Yalnızlık




Yüzyıllık Yalnızlık'tan (Gabriel Garcia Marquez)


Köyün gelmiş geçmiş en girişken insanı olan Jose Arcadio Buendia, evlerin nereye yapılacağını öylesine planlamıştı ki ırmağa inip su taşımak için kimse kimseden fazla emek harcamıyordu. Sokakları öylesine bir sağduyuyla yan yana dizmişti ki, öğle sıcağı bastırdığında hiçbir ev ötekilerden daha fazla güneşin altında kalmıyordu. Birkaç yıl içinde Macondo, üç yüz kişilik nüfusun o zamana kadar görüp duyduklarından çok daha düzenli ve çalışkan bir köy oldu çıktı. Burası, kimsenin otuzunu geçmediği ve kimsenin ölmediği gerçekten mutlu bir köydü.

.... Ursula hiç istifini bozmadı. "hiçbir yere gidecek değiliz" dedi. "Burada çocuk sahibi olduk, o yüzden burada kalacağız."
Jaso Arcadio Buendia, "Ama daha hiç ölen olmadı" diye karşılık verdi. "İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir."
Ursula incitmeyen bir kararlıkla direndi:
"Sizlerin burada kalması için benim ölmem gerekiyorsa, ölürüm."

.... Prodencio Aguilar gitmedi, Jaso Arcadio Buendia da mızrağı sallamayı göze alamadı. O geceden sonra bir daha rahat uyku yüzü göremedi. Yağmur altında dikilmiş duran ölünün büyük yalnızlığı, yaşayanlara duyduğu derin özlem, alfa otundan tıkacı ıslatıp yarasını silmek için evin içinde su ararkenki telaşı, Jaso Arcadio Buendia'nın içine oturdu. "Çok çile çekiyor olmalı" dedi Ursula'ya. "Yalnızlıktan kahrolduğu belli." Bu, Ursula'ya öylesine dokundu ki, ertesi sefer ölüyü ocağın üzerindeki tencereleri yoklarken bulduğunda ne aradığını anlayıp evin her köşesine testi testi su bırakır oldu. Bir gece, Jaso Arcadio Buendia, onu kendi odasında kendi yarasını yıkarken bulunca, sabrı taştı.
"Pekala Prudencio" dedi. "Biz başımızı alıp bu köyden olabildiğince uzağa gideceğiz. Artık için rahat etsin."
Dağları aşma seferine işte böyle giriştiler. Jaso Arcadio Buendia'nın kendi gibi gençten birkaç arkadaşı, serüven heyecanıyla evlerini dağıtıp eşyalarını topladılar, karılarını çocuklarını da alarak kimsenin kendilerine vaat etmediği topraklara doğru yola düştüler.

... Çünkü bu kez ölüm, rastlantıya bağlı olarak gelmiyor, hükmü infaz edeceklerin isteğine kalıyordu. Yaralarının berelerinin acısından bütün gece gözüne uyku girmedi. Şafak sökmesine yakın, dışarıda ayak seslerini duydu. Kendi kendine "geliyorlar" diye mırıldandı ve hiç sırası değilken Jose Arcadio Buendia'yı düşündü. O da, o anda kestane ağacının altındaki sabah karanlığında Aureliano'yu düşünmekteydi. Aureliano Buendia korkmuyordu, yaşama tutkusu da yoktu içinde. Yalnızca bu zoraki ölümün, yarıda bıraktığı bir yığın işin sonucunu görmesine engel oluşu, içini yakıp tutuşturan bir öfke yaratıyordu.

... Odasının karanlığında iğneye iplik geçirip düğme dikebiliyor ve sütün ne zaman kaynayacağını kestirebiliyordu. Her şeyin yerini öyle şaşmazlıkla biliyordu ki, kimi zaman kör olduğunu kendi de unutuyordu. Bir keresinde Fernanda, nişan yüzüğünü yitirdi, evi ayağa kaldırdı, altını üstüne getirdi bulamadı da, Ursula çocukların yatak odasındaki bir rafın üzerinde yüzüğü buldu. Bunun nedeni de basitti. Ötekiler ne yaptıklarına dikkat etmeksizin evin içinde gezinirken, Ursula boş bulunmamak için dört duyusunu da olanca gücüyle seferber ediyordu. Çok geçmeden, ailede herkesin bilinçsiz olarak her gün aynı hareketleri yaptığını, aynı yolu izlediğini ve hemen hemen aynı saatlerde aynı sözleri yinelediğini fark etti. Ancak günlük çizgilerinden saptıkları zaman, bir şey yitirme tehlikesiyle karşılaşıyorlardı.

... Aureliano çok iyi bildiği olaylarla zaman yitirmemek için on bir sayfa birden atladığı anda, Macondo kenti Kutsal Kitap'ta yazılı kasırganın gazabına kapılıp dönmeye başlamış bir toz ve taş girdabı haline gelmişti bile. Aureliano içinde yaşadığı anı anlatan bölümün şifresini çözmeye koyuldu. Bir yandan şifreyi çözüyor, bir yandan okuduklarını yaşıyor, konuşan bir aynaya bakıyormuş gibi son sayfalarda yazılı olayları söyleyerek yaşıyordu. Sonra kendi ölümünün nasıl ve ne zaman olacağını öğrenmek için bir sayfa daha atladı. Son satıra gelmeden önce, o odadan bir daha çıkamayacağını anlamış bulunuyordu. Çünkü el yazmalarında Aureliano Babilonia'nın şifreleri çözdüğü anda aynalar ya da seraplar kentinin rüzgarla savrulup yok olacağı, insanların anılarından silineceği ve yazılanların evrenin başlangıcından sonuna dek bir daha yinelenmeyeceği yazıyordu. Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olamazdı.