Sarıkasnak (Vecdi Çıracıoğlu'ndan)
İsmi ile müsemma Hoyratdeniz... Kıyısında küçük bir köy, Dünyanıngözü; iki ağızlı, ters dönmüş bir kaşık, belki de denizde yüzen fettan bir kadının omzu gibi... Kıyı köyünde bir dalgıç; dünyaya açılan iki penceresinden birini savaşta kaybeden Camgöz Reis...
...Denizle uğraşan her insanın denizin dibinde bir dostu, bir sevgilisi vardır. Bir oğul, bir kardeş, bir kesik el, alabora batık bir tekne, fırtınanın kopardığı bir yelken direği... Bütün bunlara rağmen deniz insanı suskundur karada. Deniz insanı karada konuşmaz, sadece düşünür, onun herhangi bir lisanı yoktur konuşulacak. O, denizin enginliğine bakarak dantelalar örer, kanaviçeler işler yalnızlığına. O, türü keşfedilmemiş bir ipekböceği gibidir kozasını ören...
...Denize giden insan farklıdır ve aşka çağrılan deli divane bir aşık gibi gözden kaybolana kadar, ellerini sallayarak vedalaşır sevdicekleriyle. Yazgısının arkasından koşan deniz insanı için uzundur bu vedalaşmalar.
...Denizin mavisi, şeytanı örterek karanlığa bürünen hava gibi karardı. Hiç acı duymadı önce. İşte o anda bedeni yana yana zifiri karaya bıraktı kendini. İşte o anlardan birinde, gözlerinden biri, sepetten düşen yumurtanın akı gibi aktı yanağından.
O hain an, gözünü çalmıştı yuvasından.
Cephede, toprağa peş peşe düşen arkadaşları gibi, dünyaya açılan iki penceresinden biri, içinden sular seller akan deli bir nehir gibiydi. Çavlanlar kükredi içindeki nehirde. Zangır zangır titreyerek, sıtma yemiş gibi nöbete geldi bedeni.
...Gözü aktığı o günden sonra ölümü umursamayan, ölüm gibi bir adamdı artık. Nasıl bir çocuk ölümü kendinden çok uzaklarda görürse, o da, işte öylesine uzaklarda, denizle göğün birleştiği yerdeki ince uzun çizginin sonsuzluğunda görür olmuştu Yaşamevi'nin sonunu.
...Denizlere dalmadan önce bal yutardı iki kaşık, suyun altında üşümesin diye. Canı bal çekti. Tam elini cebine sokmak için uzatmıştı ki, o an parası olmadığını hatırlayıp duraksadı. İç geçirdi. Kendini bal küpüne düşmüş çaresiz bir arı gibi hissetti ve adımlarını hızlandırdı.
...Yandan çarklı bir vapura binip Karaköy'e gelmiş ve Tünel'den yukarıya çıktıklarında tam karşılarına gelen çiçeklerle süslü taktan içeri girerek bir dükkanın önünde durmuşlardı. Dükkan, ne kasabasındakilere ne de köyündekilere benziyordu. Vitrini, parçalanmış insan uzuvlarıyla doluydu: kollar, bacaklar, duygusuz suratlı kesik başlar üzerine iğreti tutturulmuş yan yatık saçlar ve bir yığın garip alet edavat...
Gördükleri karşısında nutku tutularak, bir anda kendini yine cephede sanmıştı. Gözleri kararıp kendini, tam siper yapacağı sırada, yanındakinin zorlamasıyla ite kaka dükkandan içeri attı. Adımları geri geri tezgaha vardıklarında, arkadaki perdenin arasından, vitrindeki kesik başlardan biri gibi ölü yüzlü bir adam çıktı. Reis'e baktıktan sonra, hiçbir şey konuşmadan arkasını döndü. Raftaki küçük kutulardan birini aldı, açtı ve bankonun üzerine koydu. Kutunun içinden çıkardığı bordo kadifeye sarılı porselen camgözü, baş ve işaret parmaklarının arasında gözünün hizasına getirdi. Tel gözlüklerinin üzerinden bir gözünü kısıp Reis'in içi boş göz çukurunu kerteriz alarak, tuttuğu bilyenin çapını, çekmecesinden çıkarttığı kararmış, yarı yarıya paslanmış bir kumpasla ölçtükten sonra, 'olur' anlamında başını aşağı yukarı iki kere salladı.
Sessizliği yine o bozdu:
"Sizin gözünüz tam tamına budur monşer!.."
...Eline verilen aynada yeni yüzüne baktığı andan bu yana, sağlam gözü gibi sevdiği camgözünü hep kolladı.
...Yamalı da olsa temiz giyinmeye çalışıyorlardı. Giydikleri her çulda, renkleri birbirine aykırı da olsa, muhakkak küçük yama parçaları vardı. 'Güzel elbise giymekle savaşçı olunmaz ki,' diye düşündü. Sonra, 'Biz gözümüzü kaybettik vatan için. Para vererek harbe gitmeyen, bir çuval zahireyi bir bağa, bir tarlaya satanlar, karaborsacılar, vatan için şimdi yine yoksulları çalıştırıyorlar!' diye, içinden geçirdi.
...Deniz ışığı, gündüz olsun, gece ay ışığı altında olsun insanın gözlerini kemirirdi Dünyanıngözü'nde. Menevişler içindeki iki koy; soldaki küçük liman, sağdaki büyük liman; yarısı kırık, sırt sırta vermiş iki ayna gibiydi. Dünyanıngözü halkı bilirdi; iki limandan biri çalkalanmaya başladığında, öteki ayna gibi dümdüz olurdu. Limanlar, aşkları uzun süredir devam eden karı koca gibiydiler. Biri bağırmaya başlarsa, diğeri, bir köşeye sinerek sesini çıkarmazdı.
...Denizin efendisi rüzgardır. Onun da efendisi Denizler Ecesi... Denize çıkmak ondan izin almaktan geçer. Havanın ne zaman ve nasıl patlayacağı, denizin kaynayacağı, bir tek denizle uğraşan, hayatını denizlerde geçirip kendilerini ona adayanlar, adak olanlar tarafından bilinirdi. Balıkçılar bilirdi, mavi havanın aniden karalara bürünüp, çarşaf gibi denizi bir dakikadan az bir süre içinde kabartıp, dev dalgalar doğurduğunu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder